28 Temmuz 2019 Pazar

Amazon’un Vergiden Kaçınma Stratejisi


Günümüzde bilgisayar ürünlerinden tekstil ürünlerine kadar tüketicilerin talep ettiği neredeyse her ürünün internetten sipariş edilebilme imkânı mevcuttur. Tüketicilerin çok geniş bir ürün yelpazesi içerisinde istedikleri ürünü istedikleri renk, desen, model, vs. temin etme imkânı arttıkça internet üzerinden ihtiyaçlarını karşılama alışkanlığı da artmaktadır. Öte yandan malın alıcı ve satıcısının farklı ülkelerde olması durumunda farklı vergi oranlarına ve vergilendirme yetkisinin kimde olduğuna dair sorunlar söz konusu olmaktadır. Örneğin; ABD’de yerleşik bir tüketici Amazon üzerinden bir tişört sipariş ettiğinde Amazon bu tişörtü ABD’deki mi yoksa İrlanda’daki şubesinden mi göndereceğine vergilendirme yetkisinin ürünün satıldığı ülkede olduğunu da dikkate alarak ilgili ülkelerdeki vergi yüküne göre karar vermektedir. ABD’de %35, İrlanda’da %12,5 vergi oranı olduğu hatırlanırsa Amazon’un karını maksimize ve vergi yükününü de minimize edebilmek adına ulusal vergilendirme sistemleri ile uluslararası vergilendirme sistemi arasındaki uyuşmazlığın sağladığı bu boşluktan yararlanarak tişörtü İrlanda’dan teslim etmesinin rasyonel bir hareket olduğunun kabulü gerekmektedir.


Amazon Avrupa’daki faaliyetlerine ilişkin merkezini Lüksemburg’da kurarak, Lüksemburg hükümeti ile kurduğu bu merkezin yabancı yatırımcı statüsünde olacağına dair bir anlaşma sağlamıştır. Bu sayede Amazon’un Lüksemburg’da yabancı yatırımcı statüsünde sayılması nedeniyle Lüksemburg vergi kanunlarına göre kazançları Lüksemburg hükümetince vergilendirilmemiştir. Bunun yanı sıra diğer tüm Avrupa ülkelerine gerçekleştirilen satışlar Amazon’un Lüksemburg’daki merkezinden yapılan satışlar olarak Lüksemburg kaynaklı kazanç muamelesine tabi tutularak diğer Avrupa ülkelerince vergilendirme yetkisinin Lüksemburg hükümetine ait olduğu değerlendirilmiştir. Sonuç olarak Amazon, Avrupa ülkelerine yaptığı satışları için teslimin Lüksemburg’dan yapıldığından hareketle vergilendirme yetkisinin Lüksemburg’a ait olduğu iddiası ile Avrupa’da herhangi bir vergi ödememiş, diğer yandan Lüksemburg’da hükümetle anlaşarak yabancı yatırımcı statüsünde vergi dışı bırakıldığı içinse Lüksemburg’da herhangi bir vergi yükümlülüğü altına girmemiştir.

Avrupa Komisyonu Lüksemburg hükümetinin Amazon’a tanıdığı yabancı yatırımcı statüsü ve vergisel istisnayı kabul etmeyip bunu gayri meşru bir vergi teşviki olarak değerlendirerek Amazon’a 2003’ten beri yapılan bu işlemler nedeniyle 400 milyon €’luk bir vergi cezası kesmiş olup, ceza halen Avrupa Adalet Divanı’nda temyiz aşamasındadır.

Yukarıdaki içerik Vergi Dünyası dergisinin 2019 yılı Temmuz sayısındaki "Çokuluslu Şirketlerin Uluslararası Vergileme Stratejileri" konulu makaleden alınmıştır.

21 Temmuz 2019 Pazar

Mc Donald’s’ın Vergiden Kaçınma Stratejisi

Mc Donald’s, Lüksemburg’da adı daha sonra Mc Donald’s Franchising Company olarak değiştirilecek ve Avrupa ve Rusya’da çok sayıda restoran işletecek olan Mc Donald’s Holding Company’i kurdu. Bir Mc Donald’s restoranı açılabilmesi için Mc Donald’s Franchising’e isim hakkı, ürün bedeli ve işletme bedeli olarak çok yüksek tutarlarda royalti bedelleri ödenmeliydi. Mc Donald’s Franchising aynı zamanda İsviçre ve ABD’de olmak üzere iki bağlı ortaklık daha işletmekteydi.



Lüksemburg hükümeti Mc Donald’s Franchising ile kendilerine yabancı yatırımcı statüsünün tanınacağı ve bundan dolayı yabancı yatırım kazançlarının Lüksemburg’da vergilendirilmeyeceği hususunda anlaşmaya vardı. Mc Donald’s Franchising’in restoranlardan royalti bedeli olarak yaptığı tahsilatların tamamı önce İsviçre’deki işletmeye, daha sonra İsviçre’deki işletme de bu tutarları ABD’deki işletmeye aktarmaktaydı.

Bu transfer işlemlerinin sonucunda royalti bedellerine ilişkin kazancın tamamı Mc Donald’s Franchising’in bağlı kuruluşu olarak yapılandırılan ABD’deki işletmeye aktarılmakta, Avrupa’da herhangi bir kazanç tutarı bırakılmamaktaydı. ABD vergi kanunlarına göre Mc Donald’s Franchising bir ABD şirketi olmadığından faaliyetinin en az %25’ini Avrupa’dan sağladığı müddetçe ABD’deki işletmenin kazancı vergilendirilmemekteydi. Aslında Mc Donald’s Franchising’in tüm kazancı açılış izni verilen şubelerin yüksek tutarlı royalti ödemeleri ile Lüksemburg’dan sağlanmakta ve ABD’deki bağlı ortaklığa aktarılmaktaydı. ABD vergi kanunlarına göre merkez şirket olan Mc Donald’s Franchising faaliyet kazancını Avrupadan sağladığından ABD’deki bağlı ortaklığa aktarılan bedellerinin hiç biri ABD’de vergilendirilmemekteydi. Böylece Mc Donald’s hiçbir ülkede vergi ödeme yükümlülüğü altına girmemiş olmaktaydı.


Avrupa Komisyonu ile Mc Donald’s arasındaki vergi ihtilafı temelde makul olmayan tutarlardaki royalti tutarlarına ilişkindir. Avrupa Komisyonu, diğer restoran zincirleri ile kıyaslandığında Mc Donald’s Franchising’e ödenen royalti bedellerinin çok yüksek tutarlarda olduğuna, Mc Donald’s’ın bu yüksek royalti tutarlarını kazançlarını yüksek vergili ülkelerden düşük vergili ülkelere aktarma aracı olarak kullandığına, Lüksemburg hükümetinin Mc Donald’s’a gayri meşru vergi teşviki sağladığına hükmetti. 3 Aralık 2015’te Komisyon Mc Donald’s’ı 1 milyar € vergi cezası ödemeye mahkum etti. Bu ceza şu an itibarıyla temyiz aşamasındadır.

Yukarıdaki içerik Vergi Dünyası dergisinin 2019 yılı Temmuz sayısındaki "Çokuluslu Şirketlerin Uluslararası Vergileme Stratejileri" konulu makaleden alınmıştır.

14 Temmuz 2019 Pazar

Google’ın Vergiden Kaçınma Stratejisi

Günümüzde istenilen her bir bilgi, ürün veya hizmet internette, Google’ın başını çektiği arama motorları üzerinden araştırılarak temin edilebilmektedir. Bu arama motorlarının herhangi bir mağazası bulunmamakla birlikte web siteleri dünya üzerinde her ülkede kullanılabilir durumdadır. Herhangi bir ürün satmadığı halde Google ve diğer arama motorları ve hatta Youtube, Twitter, Instagram gibi internet sitelerini de kapsayan çok geniş bir yelpazede kazançlar, reklam gelirleri üzerinden elde edilmektedir.



Özellikle internet üzerinden verilen reklamlar arttıkça, söz konusu reklam gelirinin nerede elde edilmiş sayılacağına ilişkin sorunlar da tartışılır hale gelmiştir. Temel vergi mantığı ile düşünüldüğünde reklam verenin bulunduğu ülkenin vergilendirme konusunda yetkili olduğu değerlendirilebilir. Sorun reklamı veren, reklamı yayınlayan ve reklamın yayınlandığı ülkelerin birbirinden farklı olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Örneğin; İngiltere’deki bir reklam verenin Google’a reklam hizmeti için ödediği ücret İngiltere’de mi yoksa Google’ın merkezinin bulunduğu ABD’de mi vergilendirilecektir?

Google, çevrimiçi arama hizmetinden elde edilen gelirin, hizmetin sunulduğu yerden değil, arama motoru teknolojisinin bulunduğu yerden elde edildiğini savunarak kendilerince sunulan çevirimiçi arama teknolojisinin yalnızca ABD’de geliştirildiğini ve bu nedenle bu hizmet nedeniyle elde edilen gelirin ABD kaynaklı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve vergilendirme yetkisinin yalnızca ABD hükümetine ait olduğunu iddia etmekteydi. Bu tez Apple’ın Iphone satışından elde edilen kazanç için satışın yapıldığı yerden ziyade teknolojinin üretildiği yer olan ABD’de vergilendirilmesi gerektiği savunması ile birbirine benzemektedir.

Avrupa Komisyonu Google’ın bu iddiasını reddederek 2005’ten beri Birleşik Krallık’taki reklam verenlerden elde ettiği reklam gelirlerine ilişkin olarak Birleşik Krallık hükümetine hiçbir vergi ödemesinde bulunmaması nedeniyle 130 milyon €’luk bir vergi cezası uygulamıştır.

Öte yandan bugünlerde Google, 2015 yılında Japonya’daki reklam faaliyeti kapsamında elde ettiği 32 milyon $’lık reklam gelirini, söz konusu faaliyet Singapur için destek operasyonuymuş gibi gösterilerek vergi oranlarının daha düşük olduğu Singapur’da elde edilmiş gibi değerlendirilmesine yol açtığı gerekçesi ile Japon mali idaresi tarafından 9.2 milyon $’lık bir vergi cezasına çarptırıldı.

Google özelinde ülkemizde de 2009 yılında ilk kez mali idare tarafından Türkiye’deki reklam gelirleri açısından inceleme başlatılmış ve Google’ın Türkiye’de bulunan iştiraki, Türkiye’deki reklam hizmetleri açısından daimi temsilcisi olarak değerlendirilerek kazancın Türkiye’de elde edildiği ve vergileme yetkisinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait olduğu yorumuyla beraber beyan dışı bırakılmış kazançlara isabet eden vergilerin tarhı vergi inceleme elemanları tarafından önerilmiştir.

Özellikle elektronik ticaret ve elektronik hizmetlerde vergilendirme yetkisinin hangi ülkeye ait olduğuna ve kazancın nerede elde edildiğine dair ülkeler arası çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları ile geçici çözümler aransa da uluslararası vergi hukukunda konu ile ilgili temel prensipler oluşturulamadığından bu ve benzeri konular ilerleyen yıllarda ihtilaf konusu olmaya devam edecektir.

Yukarıdaki içerik Vergi Dünyası dergisinin 2019 yılı Temmuz sayısındaki "Çokuluslu Şirketlerin Uluslararası Vergileme Stratejileri" konulu makaleden alınmıştır.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Apple’ın Vergiden Kaçınma Stratejisi

Apple Inc.’nin ABD’den İrlanda’ya kaydırdığı gelir, Avrupa Komisyonu tarafından esasında vergiden kaçınma amacıyla oluşturulan vergi stratejileri olarak değerlendirilerek çeşitli yaptırımlar uygulanmıştır.



ABD merkezli Apple Incorporated (Inc.) operasyonlarını genişleterek başlangıçta Apple Uluslararası Operasyonları (AOI) adı altında 1980 yılında İrlanda’da bir bağlı ortaklık kurmuştur. Daha sonra bu bağlı ortaklık dörde bölünerek İrlanda’da Apple Uluslararası Satışlar (ASI), Apple Avrupa Operasyonları, Apple Singapur ve Apple Asya isimlerinde yan kuruluşlara dönüştürülmüştür. Apple Uluslararası Satışlar (ASI) Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık topraklarında yer almak üzere sekiz perakende zincirini yönetir hale gelmiştir. Çin’de üretilen Iphone’lar bahsedilen ülkelere, kurulan bu yan ortaklıklar aracılığıyla satılmaya başlanmıştır.

Apple’ın teşkilat yapısı aşağıdaki şemada gösterilmektedir.




Apple ABD’de bulunan bilgisayar üretim tesislerini %12,5 gibi düşük bir vergi oranından kaynaklanan avantaj nedeniyle İrlanda’ya taşıdığında ABD’nin uyguladığı vergi oranı %35’tir. Apple ilk olarak İrlanda hükümeti ile kurulması düşünülen operasyon merkezinin tıpkı diğer yabancı kuruluşlarda olduğu gibi İrlanda dışındaki satışlarının vergilendirilmeyeceğine dair müzakerelerde bulunmuştur. Diğer bir anlatımla Apple Uluslararası Operasyonları (AOI), ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde yaptığı satışlar nedeniyle İrlanda’da herhangi bir vergi ödemek mecburiyetinde kalmayacaktır. Bununla birlikte düşük vergi oranı ile vergisel açıdan sağlanan tasarruf Apple açısından oldukça önemli bir hale gelmiştir. 1991’de Apple, durumu bir derece daha ileriye götürerek vergi avantajından yararlanmak amacıyla İrlanda hükümetine Apple’ın yönetim ve kontrolünün ABD’deki merkezden gerçekleştirilmesi nedeniyle diğer ülkelerdeki satışlarından elde ettiği gelirlerinin İrlanda’da yabancı kaynak geliri olarak değerlendirilmesi ve vergi dışı bırakılması gerektiğini savunmuştur. İrlanda hükümeti vergi gelirlerinde oluşacak azalmaya rağmen ülkeye Apple yatırımlarını çekebilmek ve böylece sıcak para girişi, istihdam ve refah artışını sağlayabilmek amacıyla bu iddiayı kabul etmiştir. Ancak yıllar sonra bu karar uluslararası vergi hukuku açısından bir probleme dönüşmüştür.

Apple’ın İrlanda dışındaki satış gelirlerinin yabancı kaynaklı gelir olarak kabul edilerek vergi dışı bırakılması hususu konunun diğer tarafı olan ABD vergi sistemini de ilgilendirmekteydi. Eğer gelir ABD’de elde edildiyse bu durum ABD mali idaresini ilgilendiren bir husustu. Apple, Iphone ve diğer bilgisayar ürünlerinin ABD’de icat edildiğini ve yalnızca burada geliştirildiğini ve gerçekleştirilen tüm satışlara ilişkin gelirin ABD kaynaklı gelir olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu noktada ABD tarafından uygulanan vergi oranının % 35 ve İrlanda tarafından uygulanan vergi oranının ise % 12,5 olduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz. Ancak, Apple yine de bu satışlara ilişkin olarak ABD’de gelir vergisi ödememekteydi.

İki ayrı ülkede bir işlem meydana geldiğinde hangi ülkenin vergilendirme yetkisine sahip olduğunu tespit etmek için gelirin kaynağının belirlenmesi gereklidir. Örneğin; ABD menşeili bir otomobil firması İrlanda’da bir müşterisine otomobil sattığında, satışa ilişkin olarak satış bedelinin kaynağının İrlanda’daki müşteri olmasından hareketle vergileme yetkisi İrlanda hükümetine aittir. Ancak Apple, satışa konu Iphone’ların ABD’de icat edildiğini, satıştan elde edilen kazancın büyük bir bölümünün de satılan ürüne ilişkin pazarlama ve satış faaliyetlerinden ziyade ABD’de geliştirme işlemleri devam edilen teknolojisi ile alakalı olduğunu bu yüzden İrlanda ve diğer ülkelerde sattığı Iphone ve diğer ürünlerine ilişkin olarak vergilendirme yetkisinin İrlanda hükümetine ait olmadığını savunmakta ve bu yüzden satılan ürünlerden elde edilen gelirin ABD kaynaklı gelir olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmektedir.

Başlangıçta, Apple İrlanda hükümeti ile Apple Uluslararası Operasyonları’nın (AOI) vergi dışı bırakılmasıyla ilgili pazarlığı esnasında AOI’ya paylaştırılan bütün gelirlerin vergi dışı olduğu değerlendirilmiştir. Apple Uluslararası Satışlar (ASI) çeşitli Avrupa ülkeleri ve Singapur ile Asya’daki bağlı kuruluşlarını içeren sekiz perakende zincirini işleten bir oluşum olarak kurulmuştur. Bağlı kuruluşların tüm işlemleri ASI’nın Apple ürünlerinin tek satıcısı olduğunu ve tüm satış gelirinin İrlanda’daki ASI şirketine ait olduğunu yansıtacak şekilde yapılandırılmıştır. Buna müteakip ASI kazancının çok büyük bölümünü AOI ile paylaşarak ona tahsis etmiştir. Bunun neticesinde ASI İrlanda hükümetine düşük tutarlı bir vergi ödemek ile yükümlü iken AOI hiçbir vergi ödemeksizin kazancı elde etmiştir. Bu strateji Apple’ın İrlanda’daki efektif vergi yükünü normal oran olan %12,5’den 2003’te %1’e, 2011’de % 0.05’e ve 2014’de %0,005’e çekmesini sağlamıştır. Yalnızca 2011 yılında ASI 16 milyar € kazanç sağlayıp yalnızca 10 milyon € vergi ödemiştir. İrlanda hükümeti 2015 yılında iptal edilene kadar 8 yıl boyunca (2007-2015) bu kazanç dağıtım planına karşı çıkmamıştır.

Apple bir yandan İrlanda’da elde ettiği gelirlerinin yukarıda açıklanan nedenlerle ABD kaynaklı gelir olarak değerlendirilerek İrlanda’da vergilendirilmemesi gerektiğini savunurken diğer yandan bu gelirlerle ilgili olarak ABD vergi kanunlarındaki bir boşluktan yararlanarak ABD’de de herhangi bir vergi ödemesine gerek olmadığını ileri sürmekteydi. Apple’ın ABD’de vergi ödeme yükümlülüğü bulunmadığına dayanak olarak ileri sürdüğü tez; ABD vergi kanunlarına göre ABD merkezli bir çokuluslu şirketin yabancı bir ülkeden gelir veya kazanç elde etmesi halinde, yalnızca tahsil edilen temettü tutarının vergiye tabi olarak değerlendirilmekte olduğuydu. Apple’a göre bu kanun maddesine göre yabancı yatırımlardan herhangi bir temettü veya kazanç tahsilatı yapılmadıysa ABD’de vergisel açıdan herhangi bir yükümlülük doğmamaktaydı. Apple, İrlanda’daki bağlı ortaklıkları ABD’deki merkeze herhangi bir temettü ödemesi yapmadığına göre ABD’de bir vergi yükümlülüğü bulunmadığını savunmaktaydı. Vergilendirmede genel kural bir şirketin kanuni veya iş merkezinin bulunduğu ülkede ya da mukim olduğu ülke dışında faaliyette bulunduğu yani kazancın elde edildiği diğer ülkelerde vergilendirilmesidir.


Ancak yukarıdaki senaryoya göre Apple ne ABD hükümetine ne de İrlanda hükümetine herhangi bir vergi ödemesinde bulunmamaktadır. Bu ikilem uluslararası vergi sistemi, ABD vergi sistemi ve İrlanda vergi sisteminin birbiri ile çelişkisini ve Apple’ın bu çelişki ve boşlukları kendi açısından nasıl bir avantaja dönüştürdüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Apple’ın yaptığı işlemlerde herhangi bir vergi suçu ya da vergi kaçırma işleminden söz edilmesi mümkün değildir. Hatta Apple’ın iki ülkenin ulusal vergi kanunlarına ilişkin herhangi bir ihlali de söz konusu değildir. Elde edilen karın her iki ülkede de vergi dışı kalmasının sebebi ulusal vergi yasaları, uluslararası vergi sistemi arasında oluşan çelişkiler ile Apple’ın İrlanda hükümeti ile yaptığı anlaşma ve bunun ortaya çıkardığı bir açık kapıdır. Apple da bu açık kapıyı profesyonelce değerlendirmiştir.

Avrupa Komisyonu’nun Apple’ın Faaliyetlerine İlişkin Getirdiği Eleştiriler

Avrupa Komisyonu Apple’ın faaliyetlerine ilişkin temel olarak aşağıda yer alan ithamlarda bulunmuş ve tüm bu tenkitleri ile birlikte 30 Ağustos 2016’da Apple’a son on yılda İrlanda hükümetinden sağlanan yasa dışı vergi sübvansiyonları nedeniyle 13 milyar € ceza kesmiştir.

İrlanda hükümeti, İrlanda’da kanun ve usullere uygun olarak tescil edilmiş olan bir İrlanda şirketi olmasına rağmen Apple Uluslararası Operasyonları’na (AOI) yabancı şirket statüsü vererek Apple’ın İrlanda’daki gelirlerinin yabancı kaynaklı gelir olarak değerlendirilmesine ve İrlanda’da vergi ödeme yükümlülüğünün ortadan kaldırılmasına neden olmuştur. Bu durum ürün nerede satıldıysa vergilendirme yetkisinin o ülkede olduğuna ilişkin uluslararası vergi hukukunun temel ilkelerinden birinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Apple’ın İrlanda’da vergi kanunları karşısındaki statüsü yabancı şirket olmasına rağmen İrlanda’daki faaliyetlerden elde edilen gelirler ABD kaynaklı gelir olarak değerlendirilmekteydi. ABD’de yalnızca tahsil edilen temettüler nedeniyle vergi yükümlülüğü doğmaktaydı ve AOI hiçbir zaman temettü ödemesinde bulunmadığından ABD’de de vergi yükümlülüğü oluşmuyordu.

Sonuç olarak Apple hiçbir ülkede hiçbir vergi ödemiyordu ve kullanılan bu yöntemin vergi hukuku açısından adil olmadığı tartışmasız bir gerçekti. Apple’ın Avrupa ülkelerindeki bağlı ortaklıkları arasında kazanç paylaşımı politikası da pek adil değildi. Satışların tamamına yakınını gerçekleştiren bağlı ortaklıklara ait kazancın bütünüyle hiçbir satış veya operasyonel faaliyet içerisinde bulunmayan AOI’ya aktarılması, AOI’yı kağıt üzerinde vergi cenneti görevi gören bir kurum haline getirmekteydi. Kazançlar Apple ürünlerinin satıldığı ülkelere atfedilerek orada elde edilmiş sayılmalıydı. Apple’ın kazanç dağıtım politikası ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde emsallere uygunluk ilkesine aykırıydı. Ayrıca bu yöntem Apple’ın bağlı ortaklıkları arasında adil performans ölçümlemesi yapmasına engel olmaktaydı.

Bu stratejinin amacı İrlanda’da vergiden muaf kuruluş gibi muamele gören AOI’nın kazancını arttırarak diğer ülkelerde yerleşik bağlı ortaklıkların vergilendirilebilir kurum kazançlarını minimize etmekti. Sonuç olarak Apple’ın efektif vergi oranı o kadar düştü ki bu durumun İrlanda hükümeti tarafından Apple’a sağlanan gayri meşru bir vergisel teşvik niteliğinde olduğuna dair değerlendirmeler yapılmaya başlandı.

Komisyon’un Suçlamalarına Karşı Apple’ın Savunma Stratejisi

Apple, Avrupa Komisyonu’nun uyguladığı 13 milyar €’luk cezaya ilişkin olarak; ülkesine yatırım sermayesi çekmeye ihtiyaç duyduğundan İrlanda hükümeti ve Apple’ın, 1991 ve 2007 arasında AOI’nın vergi karşısındaki statüsünü ve bağlı ortaklıkların kar paylaşım politikaları hususunda anlaşma içerisinde olduğunu, bir hükümetin yabancı yatırımcıları özendirici vergi uygulamalarını teşvik etmesinin diğer ülkeler ve yatırımcılar için sorun teşkil etmemesi gerektiğini, diğer yatırımcılara da farklı teşvikler verildiğini, Apple’ın yakalamış olduğu bu fırsatın vergi kanunlarına aykırılık teşkil etmediğini, İrlanda vergi kanunlarına göre ödemesi gereken tüm vergileri ödediğini, İrlanda vergi kanunlarını ihlal etmediğini savunmuş ve cezanın gayri meşru vergisel teşvikler gerekçesiyle uygulanan kısmını reddetmiştir.

İrlanda’da yaptığı satışlarla ilgili kazancın ABD kaynaklı bir kazanç olduğu iddiasını ispat etmek için Apple, kazancın ürünün satıldığı yerde elde edildiği prensibinin geçmişte kaldığını, günümüzde geliştirilmesi çok büyük tutarlarda maliyet ve çaba isteyen yeni teknoloji ürünlerine ilişkin kazancın elde edildiği yeri belirleyen unsurun ürünün nerede satıldığı değil, teknolojinin nerede icat edildiği ve geliştirildiği olduğunu, ayrıca ürünlerin satışına ilişkin satış ve pazarlama faaliyetlerinin elde edilen toplam kazancın çok küçük bir kısmını oluşturduğunu ve özellikle teknoloji temelli ürünlerde kazancın temel unsurunu araştırma ve geliştirme faaliyetleri neticesinde ortaya konan teknolojiden kaynaklandığını savunmuştur.

Sonuç olarak Iphone’un İrlanda’da değil de ABD’de icat edilmesi ve geliştirilmesi nedeniyle Iphone’a ilişkin kazançların vergilendirme hakkının ABD’de olduğu ve bu yüzden ABD ile ilişkilendirildiği belirtildi. Bu nedenle Apple uygulanan cezanın uluslararası vergi hukukunun temel prensiplerinin ihlal edildiği kısmını da reddetmiştir.

Cezaya ilişkin nedenler arasında olan ABD’deki vergi yükümlülüklerini eksik yerine getirdiğine ilişkin eleştiriye karşı Apple, AOI’nın yabancı şirket olarak değerlendirildiğini ve yabancı şirketlerin kazançlarının vergi dışı olduğunu savunmuştur. Bu noktada sorun ABD vergi sistemi ile İrlanda’daki geleneksel bölgesel vergi sistemi arasında bulunan tutarsızlıktan kaynaklanmaktaydı. İrlanda hükümeti ile Apple arasında yapılan anlaşma neticesinde Apple’ın İrlanda’daki gelirlerinin kaynağının sattığı ürünlerin yüksek teknolojili ürünler olduğundan bahisle kazanç bunların geliştirildiği ülke olan ABD’de elde edildiğinden ABD tarafından vergilendirilmesi gerektiği kabul edildi. ABD vergi sistemine göre ise Apple’ın İrlanda’da elde ettiği kazançlar ülkeye transfer edilene kadar herhangi bir vergilendirme işlemine tabi tutulmamaktaydı. Dolayısıyla İrlanda’dan ABD’deki merkeze herhangi bir temettü ödenmedikçe, ABD vergi kanunlarına göre kazancın vergilendirilmesine imkân bulunmamaktaydı. İrlanda’daki AOI, merkeze hiçbir temettü ödemesinde bulunmadığından Apple ABD’de hiçbir vergi ödeme yükümlülüğü altına girmedi ve bu tamamıyla bu iki ülkenin vergi sistemleri arasındaki boşluk ile Apple’ın İrlanda hükümeti ile yaptığı anlaşma kullanılarak gerçekleştirilmişti. Bu nedenle Apple, ABD’de vergi ödemekten kaçındığına yönelik suçlamaları da reddetmiştir.

Avrupa Komisyonu, İrlanda hükümeti ve Apple’ın diğer mevcut bütün hükümetlerin üzerinde süper güce sahip bir hükümetmiş gibi hareket ettiğine karar vererek kesilen cezaların 10 yıl geriye dönük olarak uygulanmasına hükmetmiştir. Apple, Avrupa Komisyonu’na kendileri ile değil, İrlanda hükümeti ile bir anlaşma imzaladığını iddia etse de ceza uygulaması değişmemiştir.

Komisyon’un Apple’a uyguladığı bu ceza Avrupa Adalet Divanında temyiz edilmiş ve halen karar aşamasındadır. Avrupa Komisyonunun uyguladığı bu ceza, Avrupa’daki birçok özel şirketin faaliyetleri ile ilgili karışıklık ve belirsizliğe düşmesine ve komisyonun karar verme temellerinin tartışılır hale gelmesine yol açmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerde yabancı ve büyük yatırımları çekebilmek için özellikle uluslararası şirketlere vergisel teşviklerin verilmesi yaygın bir uygulama olarak göze çarpmaktadır. Örneğin; 1990’ların başında Çin, ülkesindeki yerel işletmelerin yabancı yatırımcılar ile iş ortaklığı şeklinde örgütlenerek ülkeye yabancı sermaye girişini hızlandırmak için iş ortaklıkları için büyük vergi indirimleri sağlamıştır. Komisyon ve Apple arasındaki tüm anlaşmazlık tek bir sorundan kaynaklanmaktaydı. İrlanda hükümeti veya herhangi bir diğer devlet Apple’a bu şekilde bir vergisel teşvik sağlayabilir mi?

Yukarıdaki içerik Vergi Dünyası dergisinin 2019 yılı Temmuz sayısındaki "Çokuluslu Şirketlerin Uluslararası Vergileme Stratejileri" konulu makaleden alınmıştır.

9 Temmuz 2019 Salı

İş Değiştirenlere Vergi Sürprizi

Son beş yıl içerisinde iş yeri değiştiren kişiler vergi denetim kurulandan gönderilen yazılarla beyanname vermeye davet edilmeye başlandı. Çalışmanın kaynağı ise Hazine ve Maliye Bakanlığının SGK'dan aldığı ücret ve işyeri verileri. Yazılara genel olarak bakıldığında iş değişikliği yapan ve SGK bildirgelerinde yer alan ücret bilgilerine göre gelir vergisi beyannamesi vermesi gereken kişilere yazı gönderildiği anlaşılıyor.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın Sosyal Güvenlik Kurumu verilerini kullanarak yapmış olduğu incelemeler sonucunda geçtiğimiz 5 yıl içerisinde herhangi bir takvim yılında iş değiştiren, birden fazla işvereni olan kişilerin mercek altına alındığını görüyoruz. Çok sayıda tebligatın kişilerin ikametgahlarının bulunduğu yer vergi dairesi tarafından gönderildiği, ilgili yazıların bir kısmında kişilerin izaha davet edildiği, diğer kısmında ise doğrudan inceleme başlatıldığı gözlemlenmektedir.


Kanun ne diyor?
Gelir Vergisi Kanunu'na göre her işveren yapmış olduğu ücret ödemeleri üzerinden yine Kanunda yer alan tarifeye göre gelir vergisini hesaplayarak personelin ücretinden kesmesi ve muhtasar beyanname ile beyan ederek ödemesi gerekiyor. Tek işverenden alınan ücretlerde stopaj nihai vergileme ve kişinin ayrıca bir beyanname vermesi, başka bir gelir için beyanname veriyorsa bu geliri beyannameye dahil etmesi gerekmiyor.
Aynı yıl içinde birden fazla işverenden alınan ücret varsa beyanname verilip verilmeyeceği diğer işverenlerden alınan ücretin miktarına göre belirleniyor. Beyanname vermede temel sınır gelir vergisi tarifesinin ikinci dilimi. Bu tutar 2018 yılı için 34.000 olmakla birlikte her yıl için farklı bir tutar söz konusu.
2018 yılı gelir vergisi tarifesine göre beyanname verilip verilmeyeceği aşağıdaki gibi tespit edilebilir.
Tek işverenden alınan ve stopaj yoluyla vergilendirilen ücret için beyanname vermeye gerek yok.
İki işverenden alınması durumunda ikinci işverenden alınan ücret 34.000 TL'yi aşmıyorsa ve 34.000 TL stopaj yoluyla vergilenmişse yine beyanname vermeye gerek yok.
İkinci işverenden alınan ücret 34.000 TL'yi aşıyorsa çalışanın gelir vergisi beyannamesi vermesi gerekiyor.
Hangi işverenin birinci hangisinin ikinci işveren olduğu ise seçimlik. Yani ilk işyerinde 30.000 TL, ikinci işyerinde 70.000 TL ücret alınmışsa, 30.000 TL ikinci işverenden alınan ücret sayılabilir ve gelir vergisi beyannamesi verilmesine gerek olmaz. Özetle iki işverende alınan ücret varsa ve her ikisi de 34.000 TL'yi geçiyorsa çalışan gelir vergisi beyannamesi vermeli. İş değiştiren çalışan bu değerlendirmeyi yaparken iş değiştirdiği yıldaki gelir vergisi tarifesinin ikinci dilimini dikkate almalı.

Bir takvim yılında en az bir kez iş değiştiren veya aynı anda birden fazla işverenden ücret geliri elde eden ve birden sonraki işverenlerinden elde ettiği brüt ücretler toplamının söz konusu takvim yılında geçerli olan gelir vergisi tarifesinin ikinci diliminde yer alan tutarı aşanların bu gelirlerini yıllık beyanname ile beyan etmeleri gerekeceği anlaşılmaktadır.

Söz konusu tutarlar takvim yılı bazında şöyledir:

Yıl
Tutar
2014
27.000 TL
2015
29.000 TL
2016
30.000 TL
2017
30.000 TL
2018
34.000 TL

İşverenin sorumluluğu var mı?

İş değişikliğinde en çok sorulan sorulardan biri çalışanın eski işyerindeki kümülatif vergi matrahının dikkate alınıp alınmayacağı. Konuya ilişkin birçok özelge var ve bu özelgelerde yeni işverenin kümülatif vergi matrahını dikkate almasına gerek olmadığına, personel o yıl içinde ilk defa çalışıyor gibi tarifenin sıfırdan uygulanacağı ifade ediliyor. Açıkçası personel de bir önceki işvereninden aldığı ücreti yeni işverene söylemek istemiyor.
Özelgelerde yer alan görüş herhangi bir işverenden 34.000 TL altında ücret alan için açık bir vergi avantajı sağlıyor. Nitekim gelirinin bir kısmı daha düşük orandan vergileniyor.
Aslında beyanname vermesi gereken kişiler için de sınırlı da olsa bir avantaj söz konusu. Bu kişilere sağlanan avantaj ise zamanlama ile sınırlı. Bir örnek üzerinden açıklamak gerekirse maaşı 10.000 TL ve eski işyerinde kümülatif gelir vergisi matrahına göre gelir vergisi oranı %35 olan kişinin eski kümülatif vergi matrahı dikkate alındığında ödenmesi gereken vergi 3.500 TL ve eline geçecek tutar 6.500 TL (Diğer kesintiler ihmal edilmiştir.) olarak hesaplanabilir. Tarife sıfırdan başlatıldığında ise gelir vergi oranı %15 olacağından kesilecek gelir vergisi 1.500 TL ve personelin eline geçecek tutar 8.500 TL olacak. Gelir İdaresinin istediği tutar tam olarak personelin cebine vergi nedeniyle fazladan giren 2.000 TL. Personelin bu tutarı takip eden yılın Mart ayında verdiği beyannamede beyan etmesi ve vergiyi ödemesi gerekiyor. Buradaki avantaj da verginin geç ödenmesi suretiyle yaratılan alternatif faiz gelirinden başka bir şey değil.  Kümülatif vergi matrahı dikkate alınsaydı bu tutar ilk günden ödenmiş olacaktı.
Burada işveren bir sorumluluğu bulunmadığı söylenebilir. Ama ülkemizde her personelin vergi danışmanı olmadığı düşünülürse personele konu hakkında bilgi vermenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Ayrıca ücretin net olarak belirlendiği durumlarda kümülatif vergi dikkate alındığında işveren maliyeti ile personelin ücret arasındaki ilişkinin dikkate alınması ve bu durumun önceden taraflar arasında konuşulması faydalı olur.
Son bir hatırlatma, kümülatif matrah taşınsa bile beyanname verme zorunluluğu ortadan kalkmıyor. Ama vergi kaybı olmadığı için idarenin bu durumu eleştiri konusu yapılmayacağı ümit edilebilir.
Ne Yapılmalı?

Geçtiğimiz 5 yıl içerisinde operasyonel nedenlerle grup şirketleri arasında personellerin diğer kurumlara transfer edildiği durumların mevcut olup olmadığı incelenmeli, geçmiş dönemde farklı kurumlardan ayrılarak şirketinizde işe başlayan çalışanların durumları ise bireysel olarak ele alınmalıdır.

Uygulamada birçok problem çıkabilir
Öncelikle çalışanlara gelen yazılarda pişmanlık hükümlerinden faydalanılabileceği ifade ediliyor. Personelin hayatına ilk defa girdiği söylenebilecek bir durum için idarenin bu değerlendirmesi son derece olumlu bir yaklaşım olarak görüyoruz. Ancak beyanname vermek isteyen kişileri birçok problem bekliyor. İlk akla gelenlerden bazıları şunlar;
Gelirlerin bir kısmı veya tamamı gelir vergisinden istisna olan çalışanlar ne yapacak. Kanaatimizce beyanname verilse bile bu gelirlerin beyana tabi edilmemesini sağlayacak bir anlayış kabul edilmeli. Nitekim beyanname sistemi geliri toplayıp vergi hesapladıktan sonra ödenen vergileri mahsup ediyor. Mevcut beyanname programı istisna kazancın vergilemesine yol açabilir.
Asgari geçim indirimi tutarlarına dikkate edilmesi önemli. Bordroda vergi olarak asgari geçim indirimi sonrası tutarlar varsa beyanname formatı nedeniyle asgari geçim indirimi kadar fazla vergi beyan edilebilir.
Beyanname formatının oldukça zor olduğu söylenebilir. Beyanname verirken ödemelerin gayrisafi yani brüt tutarından indirimlerin düşülmesi bekleniyor. Vergi ile ilgili kişiler için bile oldukça karmaşık olan bu konuda farklı mesleklerle uğraşan kişilerin zorlanacağı beklenir.
Gelir vergisi sisteminin yapısı, istisnalar, indirimler, tazminatlar vb ödemeler dikkate alındığında her kişi özelinde değerlendirme yapılması ve beyannamenin titizlikle doldurulması gerektiği şüphesiz.
Sorumlu vergicilik bakışıyla…
Muhtasar ve SGK birleşmesinden sonra bu konunun sıklıkla karşımıza çıkacağı şüphesiz. Vergi ödemek dışında vergi ile ilgili olmayan kişilerin bu tür konuları takip etmeleri oldukça güç. Bu durumda ilk akla gelen yöntem kira gelirlerinde olduğu gibi bir hazır beyan sistemi oluşturulması ve bu kişilerin beyanname verme süresi geçmeden beyana davet edilmesi. İkinci bir alternatif olarak kümülatif vergi matrahının taşınması gibi bir yöntem olabilir. Nitekim SGK bildirgesi ile muhtasar beyannamenin birleştirilmesi sonrası bu bilgi güvenilir bir şekilde Gelir İdaresinde olacak.
Hazır beyan şeklinde bir yöntem tercih edildiğinde ise kişilere fazla vergi ödetmemek adına toplam matrah üzerinden gelir vergisi hesaplanması ve her bir matrah üzerinden herhangi bir istisna olmasaydı ödenecek vergiyi bulup bu tutarı mahsup ettirecek bir sistem kurulması olabilir. Böylelikle istisna kazançların tespiti gibi problemler ortadan kalkacaktır.

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Kur Farklarında KDV Sorununa Bir de Bu Açıdan Bakalım


“Vergiyi doğuran olay için KDV beyan edildikten sonra alıcıdan tahsil edilen farklar KDV Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca KDV’ye tabi idi, aynı uygulama devam edecek.” diyen emekli GİB şube müdürü Kemal Oktar’ın Vergi Dünyası dergisinde yayımlanan makalesini inceleyip öne çıkardığı konuları gözden geçirdim.



Kemal Oktar konuyu incelemeye Kanun’un 24. Maddesi ile başlamış ve şöyle demiş:

KDV Kanununun 24. maddesi de “şaşı bak şaşır” niteliğinde bir maddedir. Maddeyi okuyalım bakalım ne diyor:
“Aşağıda yazılı unsurlar KDV matrahına dahildir:
a) Teslim alanın gösterdiği yere kadar satıcı tarafından yapılan taşıma, yükleme ve boşaltma giderleri,
b) Ambalaj giderleri, sigorta, komisyon ve benzeri gider karşılıkları ile vergi, resim, harç, pay, fon karşılığı gibi unsurlar,
c) Vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaat, hizmet ve değerler.”
Madde çok açık gibi değil mi? Maddenin (a), (b) ve (c) bendinde yazılı unsurlar KDV’nin matrahına dahil olacakmış.

Görüldüğü gibi satılan mal veya yapılan hizmetin bedeli dışında, KDV Kanununun 24. maddesinde sayılan unsurların ortaya çıkması halinde, bu unsurlar mal veya hizmet bedeli dışında addedilmeyecek, teslim veya hizmetin matrahına dahil edilmek suretiyle teslim veya hizmetin tabi olduğu oranda vergilendirilecektir.

Kanunun 24. maddesinde “kur farkı” sayılmıyor. O halde kur farkı KDV’nin matrahına dahil olmayacak mı? Soruya “şaşı” bakarsak şöyle bir soru ortaya çıkıyor. Teslim tarihinde ortaya çıkan kur farkı KDV’nin matrahına dahil değil mi? Böyle bir şey mümkün mü? Yani teslim tarihinde bedeli 100 $ olan mal için kur farkı diye bir şey olur mu? Olmaz. Ya ne olur? Bedeli 100 $ olan mal için KDV matrahı nasıl hesaplanır sorusu gündeme gelir. Cevabı Kanunun 26. maddesinde: Bedelin döviz ile hesaplanması halinde döviz, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği andaki cari kur üzerinden Türk parasına çevrilir.

Bitti mi? Evet bitti. Satılan mal veya yapılan hizmet için düzenlenecek faturada KDV hesaplaması yukarıda açıklandığı şekilde yapılacaktır.

Ama KDV Kanununun 21. maddesinde, ithalatta verginin matrahına mal bedeli üzerinden hesaplanan kur farkının da dahil olacağı özellikle belirtiliyor. Evet belirtilmek zorunda. Çünkü ithalatta KDV matrahı, ithal edilen malın gümrük vergisi tarhına esas olan “kıymet”i üzerinden hesaplanıyor. Kıymet tanımı Gümrük Kanununda ayrıntılı olarak yapılıyor, Genel anlamda gümrük kıymetinin tespitinde, eşyanın yurt dışındaki ihracatçısı tarafından düzenlenmiş olan faturada gösterilen satış bedeli esas alınmakta olup, Gümrük Kanununun 23-31. maddelerinde yer alan düzenlemeler kapsamında kıymet belirlemesi yapılmaktadır. Bu durumda ithalat faturasında yabancı para cinsinden gösterilen tutarın, faturanın düzenlendiği tarihteki TL karşılığı ile ithalatta KDV’nin doğduğu (gümrük vergisi ödeme mükellefiyetinin başladığı veya gümrük vergisine tabi olmayan işlemlerde gümrük beyannamesinin tescil edildiği) tarihteki TL karşılığı aynı olmayacaktır. Bu nedenle KDV Kanununun 21. maddesine, ithalatta kur farkının matraha dahil edileceği özellikle belirtilmiştir.

KDV Kanununun 20. maddesi teslim ve hizmet işlemlerinde KDV matrahının; bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, bedel deyiminin, malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği hükmündedir.

KDV Kanununun 20. maddesi, verginin konusunu oluşturan teslim veya hizmet işlemi için beyan edilecek KDV’nin matrahı olan bedel deyimini tanımlarken, daha önce hesaplanan vergi matrahında fark oluşması halinde yapılacak işlemi de düzenlemektedir.

Böyle ucu açık bir matrah tarifinin, vergilemede belirlilik ilkesi ile çeliştiği itirazlarını duyar gibiyiz. Bu endişeye gerek yok, çünkü Kanunda bunun da önlemi alınmış. KDV Kanununun 27. maddesinde, bedeli bulunmayan veya bilinmeyen işlemler ile bedelin mal, menfaat, hizmet gibi paradan başka değerler olması halinde verginin matrahının, işlemin mahiyetine göre emsal bedeli veya emsal ücreti olacağı hükme bağlanmış. Görüleceği üzere, teslim veya hizmetin bedeli ödemeye bağlı olarak vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihte belli olmasa dahi, verginin matrahı belirlenebilmekte ve gelecekteki ödemeler üzerinden de KDV hesaplanabilmektedir.

Görüldüğü gibi, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihten sonra, bu teslim veya hizmetle ilgili olarak yapılan ödemeler, Kanunun 20. maddesinde yapılan bedel tanımı gereğince KDV’ye tabi tutulmaktadır.

Kur farkının KDV’ye tabi tutulmasına ilişkin soruna kökten çözüm getirilmesi amacıyla, 7161 sayılı Kanunun 18. maddesi ile KDV Kanununun 24. Maddesinin (c) bendinde sayılan unsurlara “kur farkı” ibaresi eklenmiştir.

Kemal Oktar’a göre şimdi durum şöyle olmuştur. Yapılan teslim veya hizmet işlemi için KDV hesaplanmasında, kur farkı olarak gösterilen tutar da KDV matrahına dahil edilecektir. Yani bedeli döviz olarak belirlenen bir mal satılacak, bu satışla ilgili düzenlenecek faturada döviz cinsinden belirlenen bedelin (Kanunun 26. maddesi uyarınca) teslim tarihindeki Merkez Bankası alış kuru üzerinden satış bedeli hesaplanacak, ayrıca satış bedelinin dışında “kur farkı” adı altında bir tutar alınırsa bu da yazılacak, bu tutar satış bedeli ile toplanarak KDV matrahı hesaplanacak. Biz şimdiye kadar böyle bir örnekle karşılaşmadık ama, ola ki satış anında kur farkı uygulanırsa, 7161 sayılı Kanunla yapılan düzenleme gereği KDV matrahına, satış sırasında hesaplanan “kur farkı” da dahil edilecek.

7161 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin gerekçesi: “Madde ile ithalatta olduğu gibi yurt içinde yabancı paraya dayalı olarak yapılan teslim ve hizmetlerde bedelin tamamen veya kısmen sonradan tahsil edildiği durumlarda, kur farklarının da matraha dahil olduğu madde metnine yazılmak suretiyle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amaçlanmakta” şeklindedir.

Gerekçedeki “teslim ve hizmetlerde bedelin tamamen veya kısmen sonradan tahsil edildiği durumlarda, kur farklarının da matraha dahil olduğu madde metnine yazılmak suretiyle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır” ifadesine de katılmadığını belirtiyor Kemal Oktar. Öncelikle bedelin sonradan tahsil edildiği durumlarda ortaya çıkan kur farkının KDV matrahına dahil olacağı özellikle belirtilmek isteniyorsa, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihte hesaplanacak KDV matrahına dahil edilecek unsurlara ilişkin Kanunun 24. Maddesine değil, alıcıdan her ne suretle olursa olsun alınan tutarların bedeli oluşturduğuna ilişkin Kanunun 20. Maddesine ekleme yapılması uygun olacağını düşünen Kemal üstad, gerekçedeki tek katıldığı hususun, kanun değişikliğinin amacının uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi ifadesi olduğunu açıklamış.

Özetle, teslim ve hizmet bedellerinin sonradan ödenmesi halinde ortaya çıkan kur farklarının, geçmişte de bundan sonra da KDV’ye tabi olması gerektiği görüşünde olan Kemal Oktar, tek farkın bu uygulamanın dayandığı Kanunun 24. maddesi değil, 20. Maddesi olduğunu belirtiyor.

7 Temmuz 2019 Pazar

Motorlu Taşıtlar Vergisi ile İlgili Özellikli Durumlar

Motorlu Taşıtlar Vergisinin mükellefi; trafik sicili ile Ulaştırma Bakanlığı'nca tutulan sivil hava vasıtaları sicilinde adlarına motorlu taşıt kayıt ve tescil edilmiş olan gerçek ve tüzel kişilerdir. Vergi, Kanun'a bağlı I, I/A sayılı tarifeler bakımından, 31.12.2017 tarihinden önce kayıt ve tescil edilen araçlar için aracın yaşı ve motor silindir hacmine, 01.01.2018 tarihinden sonra kayıt ve tescil edilen araçlar için ise aracın yaşı ve motor silindir hacminin yanı sıra taşıtın değerine, II sayılı tarife bakımından aracın yaşı, motor silindir hacmi, oturma yeri veya ağırlığına göre, IV sayılı tarife bakımından ise taşıtın yaşına ve ağırlığına göre alınmaktadır. III sayılı tarife ise 2009 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Vergi her yılın ocak ayı başında yıllık olarak tahakkuk ettirilerek mükellefe ayrıca tebliğ edilmemekte ve ocak ve temmuz aylarında iki eşit taksitte ödenmektedir.

Şimdi Motorlu Taşıtlar Vergisi ile ilgili özellikli konuları aşağıdaki sorulara yanıt arayarak inceleyelim.



Aracın Modeli ile Trafiğe Çıkışının Farklı Yıllarda Olması Durumunda Aracın Yaşı ve MTV'si Nasıl Hesaplanacaktır?

197 Sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu'nun (MTVK) 11. maddesine göre taşıtların tescil belgesinde yazılı olan model yılında bir yaşında olduğu kabul edilmektedir. Diğer taraftan MTVK'nın 2. maddesinin 18. bendinde ise yaşın motorlu taşıtlarda model yılına göre geçen süre olduğu, bu sürenin takvim yılı itibarıyla tespit edileceği hükme bağlanmıştır. Mali idare tarafından verilen bir özelgede2 1986 takvim yılında, 1987 ve 1986 model taşıtlar 1 yaşında, 1985 model taşıtlar 2 yaşında, 1980 model taşıtlar 7 yaşında, 1970 model taşıtlar ise 17 yaşındadır." açıklaması yapılarak model yılından önce trafiğe çıkan taşıtların trafiğe çıktıkları yıl ile model yılında 1 yaşında oldukları kabul edilerek uygulama yapılacağı belirtilmiştir.

Örneğin 2014 model bir aracın satışının ve trafiğe çıkışının 2015 yılında olması durumunda, 2019 yılı itibariyle bu aracın yaşı 6 yaş olmaktadır. Bu çerçevede aracın yaşının hesaplanmasında aracın model yılı dikkate alınmaktadır.

Aracın Trafikten Çekilmesi Durumunda MTV Ödenmesi Gerekir mi?

Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 41. maddesinin birinci fıkrasının a bendine göre trafikten çekme işleminin herhangi bir trafik tescil şube veya bürosunca yapılacağı, ç bendine göre trafikten çekme işlemi tamamlanan aracın tescilinin silineceği, d bendine göre ise trafikten çekilen araç bilgilerinin Gelir İdaresi Başkanlığına elektronik sistemle, bunun mümkün olmaması halinde ise en geç on beş iş günü içinde yazılı olarak ilgili vergi dairesine bildirileceği belirtilmiştir.
1 Sayılı MTV Sirküleri'ne göre trafikten çekme belgesi alınan araçların tescil kayıtlarının silinmesi ve tescil kayıtlarının silindiğinin trafik tescil kuruluşlarınca ilgili vergi dairelerine bildirilmesi halinde; tescil kaydının silindiği tarihi takip eden dönemin başından itibaren MTVK'nın 8. maddesi hükmü gereğince, bu araçlardan dolayı motorlu taşıtlar vergisi mükellefiyetleri bulunan kişilerin mükellefiyetleri sona erdirileceği hükmü yer almaktadır.

MTVK'nın 8. maddesine göre motorlu taşıtların trafik siciline ait kayıtlarının silinmesi halinde, silinme işlemi takvim yılının ilk altı ayı içinde yapılmış ise ikinci altı aylık dönemin başından, ikinci altı aylık dönem içinde yapılmışsa takip eden takvim yılı başından itibaren mükellefiyetin sona ereceği belirtilmiştir. Bu çerçevede silinme işleminin takvim yılının ilk altı ayı içerisinde (1 Ocak - 30 Haziran) yapılması halinde ikinci altı aylık dönemin başından (1 Temmuz), ikinci altı aylık dönem (1 Temmuz - 31 Aralık) içinde yapılması halinde ise izleyen takvim yılı başından itibaren mükellefiyet sona erecektir.

Tüm bu hükümler dikkate alındığında trafikten çekilmek istenilen taşıtla ilgili olarak öncelikle trafik tescil şube veya bürosunca tescil işleminin silinmesi ve bu hususun vergi dairesine bildirilmesi gerekmektedir. Ancak mükellefiyetin sona ermesi bakımından önemli olan husus tescil kaydının silinme tarihi olup, vergi dairesine bildirim tarihi mükellefiyetin sona ermesi bakımından önemli değildir. Örneğin trafikten çekilmek istenilen araçla ilgili olarak işlemlerin 23.02.2019 tarihinde tekemmül ettirilip Karayolları Trafik Yönetmeliği uyarınca tescil kaydının silindiğini ve ilgili vergi dairesine de 02.03.2019 tarihinde bildirimin yapıldığını varsayalım. Bu durumda MTV mükellefiyeti 01.07.2019 tarihinden itibaren sona erecek ve 01.01.2019 tarihi itibariyle yıllık olarak tahakkuk eden temmuz ayında ödenmesi gereken MTV'nin ikinci taksidi ödenmeyecektir.

Trafikten Çekilen Aracın Yeniden Trafiğe Çıkarılması Durumunda MTV Uygulaması Nasıl Olacaktır?

Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 41. maddesinin ikinci fıkrasının a bendine göre yeniden trafiğe çıkarma işleminin, herhangi bir trafik tescil şube veya bürosunca yapılacağı ve ç bendine göre ise yeniden trafiğe çıkarılan araç bilgilerinin Gelir İdaresi Başkanlığına elektronik sistemle, bunun mümkün olmaması halinde ise en geç on beş iş günü içinde yazılı olarak ilgili vergi dairesine bildirileceği hükme bağlanmıştır.

1 Sayılı MTV Sirküleri'nde trafikten çekme belgesine sahip olan araçların yeniden trafiğe çıkarılması halinde bu araçların tescil kaydının yapıldığının trafik tescil kuruluşu tarafından ilgili vergi dairesine bildirilmesi halinde; tescil kaydının yapıldığı tarihten itibaren motorlu taşıtlar vergisi mükellefiyeti yeniden başlatılacak ve mükellefiyetin sona erdiği tarih ile mükellefiyetin başladığı tarih arasında geçen dönemler için motorlu taşıtlar vergisi tahakkuku yapılmayacağı belirtilmiştir.

MTVK'nın 7. maddesine göre mükellefiyet, motorlu taşıtların trafik sicili ile sivil hava vasıtaları siciline kayıt ve tescili ile başlamaktadır. Eğer;
- Takvim yılının ilk altı ayı içinde yeni kayıt ve tescil edilen taşıtlarda kayıt ve tescilin yapıldığı takvim yılı başından, son altı ayı içinde yeni kayıt ve tescil edilen taşıtlarda, son altı aylık dönemin başından itibaren,
- Kayıt ve tescilli olup da devir ve temlik sebebiyle kayıt ve tescil yapılan taşıtlarda değişiklik, takvim yılının ilk altı ayında yapılmış ise takip eden son altı aylık dönemin başından; son altı ayında yapılmış ise takip eden takvim yılı başından itibaren, dikkate alınacağı belirtilmiştir.

Tüm bu hükümler dikkate alındığında trafikten çekildikten sonra yeniden trafiğe çıkarılmak istenen taşıtlarla ilgili olarak trafik tescil şube veya bürosunca tescil işlemi yapılacak ve bu işlem ilgili vergi dairesine bildirilecektir. Ancak mükellefiyetin başlaması için önemli olan husus tescil kaydının yapıldığı tarih olup bu işlemin vergi dairesine bildirilmesi mükellefiyetin başlangıç tarihi bakımından önemli değildir. Bu işlem esasen MTVK'nın 7. maddesinin a bendi kapsamında olduğundan, yeni kayıt ve tescil işleminin takvim yılının ilk altı ayı içerisinde yapılması durumunda mükellefiyet takvim yılı başından itibaren, yeni kayıt ve tescil işleminin takvim yılının ikinci altı aylık dönemi içerisinde yapılması durumunda ise ikinci altı aylık dönemin başından itibaren başlayacaktır. Örneğin 05.04.2017 tarihinde trafikten çekilen aracın yeniden trafiğe çıkarılmasına ilişkin işlemlerin 22.06.2019 tarihinde tamamlanarak tescil işleminin yapıldığını ve bu işlemin ilgili vergi dairesine 29.06.2019 tarihinde bildirildiğini varsayalım. Bu durumda 1 Sayılı MTV Sirküleri uyarınca mükellefiyetin sona erdiği tarih ile mükellefiyetin başladığı tarih arasında geçen dönemler için MTV tahakkuku yapılmayacaktır. Mükellefiyet ise MTVK'nın 7. maddesinin a bendi uyarınca 01.01.2019 tarihi itibariyle başlayacaktır.

Aracın Çalınması Durumunda MTV Ödenecek mi?

Aracın çalınması durumunda Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 43. Maddesine göre tescil kayıtlarının kapatılması için, aracın bilgi sistemindeki tescil kayıtlarına çalındığına dair ilgili birimlerce konulmuş ibarenin bulunması ve çalındığı tarihten itibaren bir ay geçmiş olması şartıyla herhangi bir trafik tescil şube veya bürosuna müracaat edilebilmektedir. Dolayısıyla aracın çalınması durumunda öncelikle çalınmaya ilişkin ilgili birimlerce konulmuş bir ibarenin bulunması ve çalındığı tarihten itibaren bir ay geçmesine rağmen aracın bulunamaması gerekmektedir. Aracın tescil kaydı dilekçe ve savcılık veya mahalli kolluk birimlerince düzenlenmiş çalınma olayına ait belge alınarak aracın bilgisayar kayıtlarına ve tescil dosyasına "çalınmıştır" kaydı düşülerek silinmektedir. Aracın tescil kaydının çalıntı tarihi itibariyle silindiği Gelir İdaresi Başkanlığına elektronik sistemle, bunun mümkün olmaması halinde ise en geç on beş iş günü içinde yazılı olarak ilgili vergi dairesine bildirilmektedir.

1 Sayılı MTV Sirküleri'ne göre çalınan araçların tescil kayıtlarının silinmesi ve tescil kayıtlarının silindiğinin trafik tescil kuruluşlarınca ilgili vergi dairelerine bildirilmesi halinde; tescil kaydının silindiği tarihi takip eden dönemin başından itibaren MTVK'nın 8. Maddesi hükmü gereğince, bu araçlardan dolayı motorlu taşıtlar vergisi mükellefiyeti bulunan kişilerin mükellefiyetleri sona erdirilmektedir. MTVK'nın 8. maddesine göre ise motorlu taşıtların trafik siciline ait kayıtlarının silinmesi halinde, silinme işlemi takvim yılının ilk altı ayı içinde yapılmış ise ikinci altı aylık dönemin başından, ikinci altı aylık dönem içinde yapılmışsa takip eden takvim yılı başından itibaren mükellefiyetin sona ereceği belirtilmiştir. Örneğin, taşıtın 06.04.2019 tarihinde çalındığını varsayalım. Bu durumda öncelikle Karayolları Trafik Yönetmeliği gereği 06.05.2019 tarihine kadar beklenecektir. Bir aylık süre içinde taşıtın bulunamadığını varsaydığımızda herhangi bir trafik tescil şube veya bürosuna müracaat edilerek tescil kaydı silinerek Gelir İdaresi Başkanlığına mümkün olmaması durumunda ilgili vergi dairesine bildirim yapılacaktır. Bu durumda MTV mükellefiyeti 01.07.2019 tarihinden itibaren sona erecek ve 01.01.2019 tarihi itibariyle yıllık olarak tahakkuk eden temmuz ayında ödenmesi gereken MTV'nin ikinci taksiti ödenmeyecektir.

Çalınan araçların bulunması halinde ise bu araçların tescil kaydı üzerinde gerekli düzeltme işleminin yapıldığının trafik tescil kuruluşu tarafından ilgili vergi dairesine bildirilmesi halinde tescil kaydının yapıldığı tarihten itibaren MTV mükellefiyeti yeniden başlatılacaktır.

Mükellefiyetin sona erdiği tarih ile mükellefiyetin başladığı tarih arasında geçen dönemler içerisinde MTV tahakkuku yapılmayacaktır.

MTV'nin Daha Az Ödenmesi Mümkün Mü?

MTV mükellefleri tahakkuk eden vergiyi ocak ve temmuz aylarında iki eşit taksitte ödemektedirler. Ödenecek vergi ise 31.12.2017 tarihinden önce kayıt ve tescil edilen araçlar için aracın yaşı ve motor silindir hacmine, 01.01.2018 tarihinden sonra kayıt ve tescil edilen araçlar için ise aracın yaşı ve motor silindir hacminin yanında taşıtın değerine bağlı olarak değişmektedir. MTV'nin daha az ödenmesine ilişkin düzenleme sadece I sayılı tarifede yer alan otomobil, cip, arazi taşıtı vb. için mümkün olup ayrıntılı açıklamalara 28 Seri No'lu MTV Genel Tebliği'nde yer verilmiştir. Tebliğ'de yer alan açıklamalar şu şekilde özetlenebilir;

- Uygulama mükelleflerin müracaatları üzerine yapılacaktır,
- Mükelleflerin bu uygulamadan yararlanabilmesi için, taşıtların kasko sigortası poliçesine sahip olmaları zorunlu değildir,
- I sayılı tarifede yer alan taşıtların kasko sigortası değerlerinin belirlenmesinde, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği tarafından her yılın Ocak ayından itibaren uygulanmak üzere yayınlanan ve taşıtların cinsi, kodu, modeli, markası, tipi ve yaşı itibariyle kasko sigortası değerlerinin yer aldığı "Motorlu Kara Taşıtları Kasko Değer Listesi" esas alınacaktır,
- Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği tarafından her yılın Ocak ayından itibaren uygulanmak üzere yayınlanan "Motorlu Kara Taşıtları Kasko Değer Listesi"nde yer almayan taşıtların kasko sigortasına esas olan değerleri; yetkili sigorta acentelerinin müracaat etmeleri halinde Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği tarafından ayrıca belirlenecektir,
- Taşıtların MTV tutarlarının kasko sigortası değerlerinin % 5'ini aşması halinde, aynı yaş grubunda bulunan taşıtlara ait vergi tutarları, bir alt kademede bulunan taşıtlara isabet eden vergi tutarı olarak uygulanacaktır.

Örneğin, 05.04.2003'de kayıt ve tescil edilen ve motor silindir hacmi 4000 cm3 olan bir taşıtın 2019 yılında ödemesi gereken MTV 2.647,00-TL'dir. Bu taşıtın kasko sigortasına esas değerinin 50.000,00-TL olduğunu varsayalım. Bu durumda;

Taşıtın Kasko Sigortasına Esas Değer 50.000,00-TL
Taşıtın Kasko Sigortasına Esas Değer'in %5'i 2.500,00-TL
2019 Yılında Ödenmesi Gereken MTV 2.647,00-TL
Bir Alt Kademeye Göre Ödenmesi Gereken MTV Tutarı 1.888,00-TL

Yukarıda da görüleceği üzere taşıtın MTV'si, kasko sigortasına esas değerinin %5'inden fazla olduğundan, ödenmesi gereken MTV için; aynı yaş grubunda bulunan taşıtlara ait MTV tutarı dikkate alınmaktadır. Taşıtın kasko değerinin % 5'inin bir alt kademedeki MTV'den de düşük olması halinde, tebliğde yer alan "… aynı yaş grubunda bulunan taşıtlara ait vergi tutarları, bir alt kademede bulunan taşıtlara isabet eden vergi tutarı olarak uygulanacaktır." Hükmü gereği ikinci alt kademeye inilmesi mümkün değildir.

Malûl ve Engellilerin MTV Ödememeleri Mümkün müdür?

MTVK'nın 4. maddesine göre engellilik oranı % 90 ve daha fazla olan malûl ve engellilerin adlarına kayıtlı taşıtlar ile diğer malûl ve engellilerin, bu durumlarına uygun hale getirilmiş özel tertibatlı taşıtlarının MTV'den istisna olduğu hükme bağlanmış ve uygulamaya ilişkin açıklamalara 21 Seri No'lu MTV Genel Tebliği'nde ve 4 Sayılı MTV Sirküleri'nde yer verilmiştir.

Tebliğ ve Sirkülerde yer alan açıklamalar şu şekilde özetlenebilir;

Sakatlık dereceleri % 90 ve daha fazla olan malûl ve engellilerin bu durumlarını tam teşekküllü Devlet hastanesinden alınmış olan sağlık kurulu raporu ile ilgili vergi dairelerine belgelendirmeleri halinde, kendi adlarına kayıt ve tescil edilmiş olan taşıtları, MTV'ye tabi tutulmayacaktır. Bu istisnadan yararlanmak için, malûl ve engellilere ait taşıtın özel tertibatlı veya özel tertibatlı hale getirilmiş olması şartı aranmamaktadır,
Sakatlık dereceleri % 90 dan az olan malûl ve engellilerin bu durumlarını; tam teşekküllü Devlet hastanesinden alınan sağlık kurulu raporu ile belgelendirmeleri, kendi adlarına kayıt ve tescilli olan taşıtların engellilik haline uygun özel tertibatlı veya özel tertibatlı hale getirilmiş taşıtlar olması gerekmektedir.

Malûl ve engellilerle ilgili olarak önemli olan husus sakatlık derecelerinin %90 ve üzerinde veya %90'ın altında olmasıdır. Bu ayrıma göre taşıtın MTV'den istisna tutulabilmesi için özel tertibatlı hale getirilmiş olması ya da olmaması aranmaktadır.

Malûl ve Engellilerin Ölümü Durumunda Mirasçılar MTV İstisnasından Yararlanabilir mi?

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 8. maddesinde her insanın hak ehliyetinin olduğu, 28. maddesinde ise kişiliğin çocuğun sağ olarak doğduğu anda başlayıp, ölümle sona erdiği düzenlenmiştir.

Malûl ve engellilerin adlarına kayıtlı taşıtların MTV'den istisna tutulmasındaki amaç, malûl ve engelli olanların sosyal hayata katılımlarını arttırmak günlük yaşantılarını kolaylaştırmak olup, sadece malûl ve engellilerin kendilerinin ulaşım ihtiyaçlarını karşılamada kullanılacak taşıtlar için söz konusu istisna hükmü uygulanmaktadır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun (VUK) "Mirasçıların Sorumluluğu" başlıklı 12. Maddesinde ölüm halinde mükelleflerin ödevlerinin mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılarına geçeceği hüküm altına alınmıştır.
Mali idare tarafından yayınlanan 68216117-000.010.07.01-58 sayılı Genel Yazı'ya göre, MTV istisnasından faydalanan malûl ve engellilerin vefat ettikleri tarihten itibaren haklara sahip olmaları mümkün bulunmadığından veraset yoluyla mirasçılara intikal eden taşıtlardan dolayı murisin ölüm tarihinin içinde bulunduğu dönemin başından itibaren, veraset ilamında mülkiyeti intikal ettiği belirtilen mirasçılar adına MTV mükellefiyetinin tesis ettirilmesi gerekmektedir. Ancak, mirasçılar tarafından veraset ilamının ilgili vergi dairesine ibraz edilmemesi halinde, mirası reddetmemiş mirasçılar adına MTV mükellefiyeti tesis edilerek, yapılacak olan MTV tarh, tahakkuk, tahsil, düzeltme ve iade işlemlerinde VUK'un ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da (AATUHK) yer alan zamanaşımı sürelerine ilişkin hükümler ile reddi miras süresi göz önünde bulundurulacaktır.

Taşıtın Yanması ve Hurda Haline Gelmesi Durumunda MTV Uygulaması Nasıl Olacaktır?

Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 39. maddesine göre ekonomik ömrünü doldurma, eskime, yıpranma, kaza, yanma, tahrip edilme ve benzeri nedenlerle kullanılamaz duruma gelen araçlar; ilgili vergi dairesinden alınmış MTV, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası, trafik idari para cezası ile idari para cezaları ile geçiş ücreti borcu bulunmadığına dair ilişik kesme belgesinin ibrazı ve kayıtlarında haciz, rehin, tedbir gibi kısıtlayıcı şerhler bulunmaması halinde, müracaat tarihi itibariyle herhangi bir trafik tescil şube veya bürosunda hurdaya çıkarılmaktadır. Mali idare tarafından verilen bir özelgede3 taşıtın yanarak hurda haline geldiği tarih itibarıyla trafik tescil kaydının silinmesi halinde aynı tarih itibarıyla MTV mükellefiyetinin de terkin edileceği belirtilmiştir. MTVK'nın 8. maddesinde motorlu taşıtların trafik siciline ait kayıtlarının silinmesi halinde, silinme işlemi takvim yılının ilk altı ayı içinde yapılmış ise ikinci altı aylık dönemin başından, ikinci altı aylık dönem içinde yapılmışsa takip eden takvim yılı başından itibaren mükellefiyetin sona ereceği belirtilmiştir. Ancak özelge madde metninin aksine, mükellefiyetin terkini için trafik tescil kaydının silinmesini yeterli görmüş, terkin için birinci ve ikinci altı aylık dönem ayrımına girmemiştir.

Tadilat Sonucunda Niteliği Değişen Araçlarda MTV Nasıl Hesaplanacaktır?

MTVK'nın 9. maddesinde, Kanun'un 10. ve 11. maddelerine göre, vergi miktarlarında bir değişiklik olması halinde, bu değişikliğe göre ödenecek verginin;
- Değişikliğin, takvim yılının ilk altı ayında yapılması durumunda takip eden son altı aylık dönemin başında,
- Değişikliğin takvim yılının son altı ayında yapılmış olması durumunda ise takip eden takvim yılı başında tahakkuk ettirilmiş sayılacağı belirtilmiştir.
Ayrıca takvim yılının ilk altı ayında, taşıtın bünyesinde bir değişiklik olması veya verginin artırılması veya azaltılması halinde ikinci taksit, yeni duruma göre ödenecektir.
MTVK'nın 11. maddesinde yıl içinde taşıtın vergilendirilmesine esas olan model yılı, cinsi, motor silindir hacmi, motor gücü, azami toplam ağırlığı ve azamî kalkış ağırlığı gibi unsurlarından herhangi birisinde, verginin artırılması veya azaltılmasını gerektiren bir değişiklik olduğu takdirde bu değişiklik;
- Takvim yılının ilk altı ayında yapılmış ise takip eden son altı aylık dönemin başından,
- Son altı ayında yapılmış ise takip eden takvim yılı başından itibaren dikkate alınır ve vergi, yeni duruma göre ödenir.
Motorlu kara taşıtlarının yapılacak tadilatla, başka bir taşıta dönüştürülerek kullanılması mümkün bulunmaktadır. Örneğin, bir kamyonetin yapılacak tadilat ile birlikte minibüse dönüştürülmesi söz konusu olabilir. Dönüşüm ise ödenmesi gereken MTV'yi etkilemekte olup azami toplam ağırlığı 1.500 kg'a kadar olan kamyonetin MTV'si minibüsün MTV'sinden fazladır ve dönüşüm sonrasında daha az MTV ödenmesi gündeme gelebilmektedir. Bu durum MTVK'nın 9. maddesi uyarınca vergi miktarında değişiklik meydana getirdiğinden değişikliğin tarihi önem arz etmektedir. Buna göre kamyonetin minibüse dönüştürülmesi örneğinden hareketle:

Değişikliğin takvim yılının ilk altı ayında yapılması durumunda ilk altı aylık dönem için kamyonete ait MTV ödenecek ve değişiklik izleyen altı aylık dönemin başından itibaren dikkate alınacağından, ikinci altı aylık dönem için minibüse ait MTV ödenecektir.

Değişikliğin takvim yılının son altı ayında yapılması durumunda, ilk altı aylık dönemde motorlu taşıt kamyonet vasfını koruduğundan kamyonete ait MTV ödenecek, kamyonetin minibüse dönüştürülmesi takvim yılının son altı aylık döneminde yapıldığından ve bu değişiklik takip eden takvim yılı başından itibaren dikkate alınacağından ikinci aylık dönemde de kamyonete ait MTV ödenecektir. Ancak izleyen takvim yılının başından itibaren minibüse ait MTV ödenmeye başlanacaktır.

MTV Kazanç ve İratların Tespitinde Gider Olarak Dikkate Alınabilir mi?

MTVK'nın 14. maddesine göre ticari maksatla kullanılan uçak ve helikopterler ile taşıt kiralama faaliyeti ile uğraşan işletmelerin bu amaçla kiraya verdikleri taşıtlar hariç Kanuna bağlı I, I/A ve IV sayılı tarifelerde yer alan taşıtlardan alınan MTV'nin, gelir ve kurumlar vergilerinin matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmeyeceği belirtilmiştir. İlgili madde metni dikkate alındığında özetle;

Otomobil, arazi taşıtı, motosiklet, uçak ve helikopterlerden alınan MTV, gelir ve kurumlar vergilerinin matrahlarının tespitinde gider olarak dikkate alınmayacaktır. Örneğin, bir işletmenin aktifinde kayıtlı olan otomobile ilişkin MTV, kazancın tespitinde giderleştirilemeyecektir. MTV'nin gider olarak dikkate alınması sadece ticari amaçlarla kullanılan uçak ve helikopterler ile taşıt kiralama faaliyeti ile uğraşan işletmelerin, bu amaçla yani ticari maksatla kiraya verdikleri taşıtlar için söz konusu olacaktır. Örneğin, taşıt kiralama işi ile iştigal eden bir işletmenin, kiraya verdiği taşıtlara ait MTV gider olarak kabul edilebilecek, ancak işletme amaçlarında kullanılan motorlu taşıtlara ait MTV gider olarak kabul edilemeyecektir. Bunun yanı sıra sürücü kursuna ya da bir taksi işletmesine ait motorlu taşıtlara ait MTV'nin kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınması; söz konusu işletmeler taşıt kiralama faaliyeti ile iştigal etmediklerinden mümkün değildir.

Kanuna bağlı II sayılı tarifede yer alan minibüs, kamyon, kamyonet, otobüs, çekici gibi motorlu araçlara ait kazancın tespitinde gider olarak kabul edilebilecektir. Örneğin bir nakliye şirketi, aktifine kayıtlı kamyonlara ait MTV'yi kazancın tespitinde gider olarak dikkate alabilecektir.